New York Times, Merkel'e Trump'ın seçilmesinden sonra: 'Özgür dünyanın lideri' unvanını layık görmüştü. Almanya'yı 16 yıl yönettikten sonra, 26 Eylül'de yapılacak federal seçimlerle makamını kendi isteği ile halefine bırakacak olan Merkel'in, iktidarı döneminde yaptığı icraatlarla bu unvanı hak edip etmediği tartışma konusu.
Bülent Güven / Siyaset Bilimci
Bu yazının başlığındaki unvanı, New York Times gazetesi attığı manşet ile Almanya Şansölyesi Angela Merkel'e Trump'ın seçilmesinden sonra layık görmüştü. Almanya'yı on altı yıl yönettikten sonra, 26 Eylül'de yapılacak federal seçimlerle makamını kendi isteği ile halefine bırakacak olan Merkel'in Almanya'yı yönettiği süre içinde yaptığı icraatlar ve izlediği politikalar ile bu unvanı hak edip etmediği tartışma konusu.
Merkel'in siyasi kariyeri incelendiği zaman, sıra dışı bir biyografiye sahip olduğunu kolaylıkla söylemek mümkün. Merkel 1954 yılında o zamanın Batı Almanya'sının kuzeyindeki bir liman kenti olan Hamburg'da doğsa da rahip olan babasının görevi gereği Doğu Almanya'da büyümüş ve Doğu Bloku'nun çökmesine kadar Doğu Almanya'da yaşamını bir fizikçi olarak devam ettirmiştir. Bu süreçte de siyaset ile ilgilenmemiştir. Fakat 1990'da iki Almanya'nın birleşmesi ile Aile Bakanı olarak siyasi hayatına başlamış, neticede bu yıl Almanya'da Helmut Kohl'ü de düşünürsek Almanya'da en uzun süre Şansölyelik yapmış iki kişiden biri olarak tarihe geçmiştir. O halde Merkel'in dönemini değerlendirirken, son 30 yılda dünyada meydana gelen gelişmeleri dikkate alarak bir tahlilde bulunmak zaruridir.
Özgürlük rüzgarları
Merkel 2005 yılında Şansölye olduğunda, Batı dünyası komünizme karşı zaferini ilan edeli 15 yıl olmuştu. İki Almanya birleşmişti ve dünyada özgürlük rüzgârları esiyordu. Dahası Avrupa Birliği'nin birleşme süreci hızlanmış, Batı dünyasını doğrudan tehdit eden bir güç kalmamış, Sovyetler dönemindeki komünist sistemi uygulayan Doğu Avrupa ülkeleri Almanya'ya tehdit olmaktan çıkmış ve aksine hepsi NATO ve AB üyesi olmaya başlamışlardı. Belki de en önemlisi Çin bugün olduğu gibi Batı sistemine meydan okuyan bir model ve ekonomik güç olmaktan ziyade, Batı için atölye görevi gören bir üçüncü dünya ülkesi idi. Sonuçta tasvir edilen bu siyasi atmosferde ünlü ABD'li siyaset bilimci Francis Fukuyama Batı sisteminin nihai zaferine vurgu yaparak "tarihin sonu"nu ilan etmişti. Peki "özgür dünyanın lideri" Merkel aradan geçen on altı yıldan sonra görevini bırakırken, dünya ve Avrupa şu an ne durumda? Dünya ve Avrupa Merkel'in Şansölyelik görevini devraldığı döneme göre çok daha istikrarsız ve düzensiz bir konumda. Avrupa ve ABD moral üstünlüğü manasında ciddi darbe yemiş durumda. Diğer taraftan Çin artık ekonomik gücü ile ABD ve Avrupa ile aynı seviyede ve düzen kurmak isteyen bir dünya gücü olma konumunda. Rusya Sovyet döneminde olduğu gibi Avrupa'nın güvenliğini tehdit ediyor. Avrupa Birliği'nden İngiltere'nin ayrılması, yaşanan ekonomik krizler ve yükselen aşırı sağ ile bir ağırlık ve cazibe merkezi olma konusunda ciddi sorunlar yaşıyor. O halde soralım; dünyadaki bu istikrarsız dönemin oluşmasında Merkel'in rolü nedir? Onun uyguladığı bazı politikaların bu istikrarsız ortamın oluşmasında bir etkisi var mıdır? Onun siyasi becerileri ve vizyonu bu durumun oluşmasını engelleyebilir miydi? Bu soruların cevabını verebilmek için Merkel'in siyasi özelliklerini, uyguladığı politikaları ve şahsiyetini mercek altına almakta fayda var.
İlk olarak onun şahsiyetini değerlendirmeye başlayabiliriz. Tam bu noktada daha önce kendisi ile ilgili yazdığım bir yazıdan iktibas yapmanın faydalı olacağını düşünüyorum. Bu yazımda Merkel hakkında şu tespitlerde bulunmuştum: "...hızlı ve ani karar veren birisi değildir; uzun mütalaalar, gözlemler ve analizler sonunda karar veren bir liderdir. Fakat kararını verdikten sonra hemen ilk eleştiride veya ilk tepkide kararını değiştiren biri de değildir. Bazıları Merkel'in bu davranışını çekimser, fazla temkinli ve esnek olmayan bir tarz olarak değerlendirebilir. Bu doğru bir değerlendirme değildir, çünkü Merkel'e göre karar alma sürecinin amacı hata yapmamak üzerine kuruludur. Hata yapmamak için de karar alırken o konu ile ilgili bütün boyutlar dikkate alınmalıdır. Fakat Merkel aynı zamanda zamanın şartları gereği hızlı ve riskli kararlar da alan bir liderdir. Bu özelliğini de aldığı bazı riskli kararlarda görmek mümkün..." Böylesi bir şahsiyete sahip olan Merkel'in yeri gelince sorumluluk aldığı da görülmektedir. Örneğin siyaseti, yani şansölyelik görevini 2017 yılında yapılan seçimlerde bırakmak istemesine rağmen Trump'ın ABD Başkanı seçilmesiyle bu kararından vazgeçtiği görülmektedir. Bu konuda dönemin ABD Başkanı Barak Obama'nın danışmanı Ben Rhodes'un anıları bazı detaylar verir. Rhodes'un anlattığına göre 8 Kasım 2016'da, yani Trump'ın ABD Başkanı seçilmesinden sekiz gün sonra, Obama'nın Berlin'e Merkel'i ziyarete özel olarak gittiğini belirtir. Adlon Otel'de yedikleri yemekte Obama Merkel'e tekrar aday olup olmayacağını sorar. Merkel ise Trump'ın seçilmesinden sonra hissettiği sorumluluk gereği, liberal düzenin devamlılığı için Obama'ya tekrar aday olmak istediğini söyler. Nitekim Merkel bu görüşmeden bir hafta sonra da kamuoyuna tekrar aday olacağını açıklar. Bu durum Merkel'in yeri gelince sorumluluk almaktan çekinmeyen bir şahsiyete sahip olduğunu açıkça göstermektedir. Nitekim Suriyeli göçmenler konusu da buna örnektir. Diğer yandan Merkel'in siyasi kararlarını değerlendirirken iktidar olduğu dönemdeki, iç ve dış siyaseti ayırarak bir mütalaada bulunmak faydalı olacaktır. İç siyasette Şansölye Merkel döneminde Alman ekonomisi 2008 Dünya Ekonomik Krizi ve 2019 pandemi dönemi hariç istikrarlı bir şekilde büyümüştür. Bu büyümede her ne kadar kendisinin bir önceki hükmet olan Schröder hükümetinin uyguladığı "Agenda 2020" ekonomik ve sosyal programını takip etmesinin payı büyük olsa da onun belli noktalardaki kararlı duruşlarının rol oynadığı açıktır. Örneğin, kendisi 2008'deki ekonomik krizde kameralar karşına geçmiş ve tüm mevduatların devlet garantisinde olduğunu vurgulamıştır. Bu da kriz döneminde Almanya bankacılık sisteminin istikrarını korumasında önemli bir rol oynamıştır. Yine Pandemi döneminde ekonomik sistemin temellerini korumak adına piyasaya aşırı para sürerek şirket iflaslarının önünce geçmeye çalışmış ve bu sayede Alman ekonomisi pandemi sürecinde kendisini hızlı bir şekilde toparlayabilmiştir. Ayrıca pandemi sürecinde uyguladığı sağlık politikasının da yine diğer Avrupa ve dünya ülkelerine kıyasla başarılı olduğu düşünülebilir. Yine Almanya'nın dijitalleşme sürecinde Çin ve ABD'ye yakın bir seviyede olması da Merkel hükümetinin politikalarının başarılı bir sonucudur.
İç siyasette Merkel muhafazakâr bir partinin genel başkanı olmasına rağmen, iktidarı döneminde gayet liberal bir toplumsal politika izlemiştir. Örneğin, eşcinsel evliliği parti gurubunu serbest bırakmış ve bu da dolaylı olarak desteklemesi anlamına gelmiştir. Neticede bu hareketiyle bahsi geçen husustaki kanun teklifinin yasallaşmasının önünün açılması Merkel'in hanesine yazılabilir. Ayrıca Almanya'da zorunlu askerlik görevinin kaldırılması da yine Merkel döneminde gerçekleşmiştir. Fakat neticede Şansölye Merkel'in bu liberal politikalarının doğurduğu tepkiler, partisinin çok daha sağında bir parti olan aşırı sağ parti AfD'nin kurulmasına ve onların parlamentoya girmesine vesile de olmuştur.
Dış politikada Merkel döneminde Avrupa ve Almanya'yı olumsuz anlamda etkileyen birçok olay yaşanmıştır. Dünyada önemli olayların yaşandığı bu dönemde Merkel dış politikasını "pasif" ve "öngörüsüz" olarak nitelendirenler olmuştur. Diğer taraftan destekçileri aynı politikayı "stratejik sabır" olarak değerlendirmektedir. Onlar dış politikada sesini fazla yükseltmemesini ve bunun aksine daha çok pazarlık yapmaya ve olayları zamana yayarak sonuç almaya odaklanmasını "stratejik sabır"ın unsurları olarak görmektedirler.
Pasif tavrın sonuçları
Merkel'in politikalarının somut sonuçlarına bakıldığı zaman, onun sabırlı tarzının çok da işe yaramadığını görmek mümkündür. Merkel'in bu sabırlı ya da eleştirenlerin dediği gibi "pasif" tavrı Rusya'yı hem Batı'dan koparmış hem de tekrar Batı için bir tehdit haline getirmiştir. Avrupa'nın belki de en önemli ülkesinin lideri olarak AB'nin, Rusya'nın tüm muhalefetine rağmen, Ukrayna ile serbest ticaret anlaşması imzalamak istemesine müdahale etmemesi, Ukrayna'da on üç bin insanın ölümüne, Kırım'ın Rusya tarafından ilhak edilmesine ve Ukrayna'nın fiilen ikiye bölünmesine neden olmuştur. Bütün bunların ötesinde Avrupa–Rusya ilişkileri yapısal bir şekilde zedelenerek nerede ise sıcak savaşın eşiğine gelmiştir. Merkel'in kriz öncesi pasif tutumu, kriz sonrası zayıf yönetimi AB–Rusya ilişkilerini uzun vadeli bir belirsizliğe sürüklemiştir.
Merkel döneminde Rusya ile meydana gelen bu durumun benzeri Türkiye ile de yaşanmıştır. Bilindiği gibi 1999 yılında Kopenhag'daki AB zirvesinde Türkiye'ye aday ülke statüsü verilmesiyle Türkiye'de ciddi bir reform dinamiği başlamış ve ekonomik olarak Türkiye kısa sürede GSMH'sini üçe katlayarak ciddi bir atılım içine girmiştir. Fakat Merkel Almanya'ya Şansölye olduktan sonra dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ile el ele vererek Türkiye'nin AB'ye girişinin fiilen önünü kesmiştir. Her ne kadar bu hareket kendi partisinin savunduğu değerler açısından anlaşılır bir durum olarak görülse de bu tercih ile hem Türk–Alman ilişkileri hem de AB- Türkiye ilişkileri krizlere sürüklemiştir. Ayrıca Merkel'in Türkiye'yi dışlayıcı bu politikaları Türkiye'nin dış politikada başta Rusya olmak üzere farklı açılımlara girmesine neden olmuştur. Dahası bu durum Türkiye'nin AB perspektifinden uzaklaşarak reform dinamiğini sekteye uğratmıştır. Her ne kadar Suriye'den gelen mültecilerden sonra Merkel Türkiye'nin önemini tekrar kavramaya başlasa da yaşanan bu süreçlerden sonra Türkiye ile AB arasında güvene dayalı bir ilişki geliştirmek bir hayli zor gözükmektedir.
Öngörüsüzlük
Merkel'in benzer pasif tutumunu Brexit sürecinde de görmek mümkündür. İngiltere'nin AB'den çıkmasının AB'nin ekonomik olarak gücünü belli oranda azaltmıştır ama bunun ötesinde, AB'nin stratejik değer kaybını da beraberinde getirdiği açıktır. Zira İngiltere olmadan AB'nin 21. yüzyılın süper güçleri Çin ve ABD'nin yanında etkin rol oynaması oldukça düşük bir ihtimaldir. Merkel'in süreci başından itibaren öngörüp AB içinde önlem almaması stratejik öngörüsüzlüğünün ve inisiyatif alamamasının farklı bir yansımasıdır. İngiltere ile yaşanan bu sıkıntının benzerini Almanya, Yunanistan ve bir kısım Güney Avrupa ülkeleri ile yaşamıştır. Elbette 2008 krizinde Euro'nun bir para birimi olarak hala varlığının sürdürmesi, Yunanistan gibi borçlu ülkelerin borçlarını yapılandırıp AB içinde kalmalarında Merkel'in de olumlu rolü vardır. Fakat bunun süreç yönetimi o kadar kötü yapılmıştır ki başta Yunanistan olmak üzere Almanya'ya ve AB kurumlarına Güney Avrupa ülkelerinde ciddi bir tepki oluşmuş durumdadır. Şansölye Merkel döneminde Almanya ve AB ile Çin ilişkileri görünürde iyi olsa da Merkel Çin'e ilk başlarda hep bir ticari göz ile bakmış ve Çin'in stratejik hedeflerini çok geç idrak edebilmiştir. Örneğin, Çin'in İpek Yolu projesinin emperyal bir proje olduğunu ve bu proje kapsamında özellikle Doğu Avrupa ülkelerinde stratejik yatırımlar yaparak AB'yi bölmeye çalıştığını çok geç anlaması buna somut bir örnektir. Nihai olarak Şansölye Merkel'in on altı yıl sonra iktidarı devrettiği bu dönemdeki dünya ile iktidarı devraldığı dünya arasında ciddi bir farkın bulunduğunu söyleyebiliriz. İktidarı devraldığında Batı ve Avrupa açısından daha istikrarlı ve Batı'nın daha güçlü olduğu bir dünya var iken, bugün daha istikrarsız ve Batı'nın gücünün daha da azaldığı bir dünya bulunmaktadır. Özetlemek gerekirse, şu anda dünyada, kendi içinde birliğini kaybetmiş, moral ve değer üstünlüğü erozyonuna uğramış bir AB ve Batı, dünyaya meydan okuyan bir Çin, Avrupa'ya sıcak bir tehdit oluşturan Rusya, Batı'dan ve AB'den bağımsız hareket eden bir Türkiye bulunmaktadır. Elbette bu resmin oluşmasında Şansölye Merkel'in rolünün ne kadar olduğu tartışmaya açık bir konudur. Fakat AB'nin açık ara en önemli ülkesinin uzun süre iktidarda olan bir lideri olarak Merkel'in dünyadaki bu gelişmelerin bu noktalara gelmemesi için yapacağı bir şeylerin olduğu açıktır. Makaleyi şu anekdotla bitirebiliriz: Bir TV programında muhabirin Şansölye Merkel'e tarih kitaplarında nasıl anılmak istemediğini sorması üzerine verdiği cevap ilginç: "Tarihte benim için tembel değildi" demelerini isterim demiş. Bu cevap aslında kendisinin nasıl bir vizyona sahip olduğunun açık bir örneğidir. Eğer asıl önemli olan bu nokta ise Merkel'i iktidarı döneminde yoğun bir şekilde takip eden biri olarak onun tembel biri olmadığına tarih önünde şahitlik ederim.